UNBUİLT
Ağustos 2024 tarihinde Unbuildings: Remnants, Devicings, Chancings, Hollowings, Leavings sergisi dolayısıyla yayınlanmıştır.“Unbuilt” kavramını en derinlemesine irdeleyen felsefe dekonstrüktivizm. Derrida’nın yazılarında mimarlık, felsefe ve dekonstrüksiyon (yapı-bozum) arası tercümeler son derecede kritik bir yer tutuyor. Öyle ki, onun düşüncesinde mimarlık ancak dekonstrüksiyon üzerinden, dekonstrüksiyon da mimarlık üzerinden kavranabilir. Mark Wigley’in The Architecture of Deconstruction (Dekonstrüksiyonun Mimarlığı) kitabı bu konuda gayet yetkin bir kaynak. Yayınlandığı dönemde (1993) çağdaş filozoflarla mimarlar arasındaki ilişki öyle ileri gidiyor ki, zamanın gözde mimarlarından Tschumi ve Eisenmann, Derrida’yla ortak projelere girişiyorlar. Wigley kitabında önce geleneksel felsefenin, metafiziğin mimarlığı üzerinde duruyor. Sonra da dekonstrüksiyonun bunu nasıl bozduğunu ya da söktüğünü inceliyor.
Geleneksel felsefe ve mimarlık
Felsefe birtakım mimari terimlerle çatıyor söylemini: zemin, bina, inşa, temel, yapı (strüktür)… Heidegger “düşünmeyi inşa eylemiyle özdeşleştiriyor.” Felsefenin bu terimleri kendine mal etmesi, söylemini kurması için mimarlık gibi somut, maddi, görsel bir oluşuma göndermesi gereğinden değildir. Asıl “felsefenin kendisi bir mimarlık tasarlar, bir mimarlık teorisi ve anlayışı sunar.” Mimarlık, felsefenin mecazı olur. Herhangi bir mecaz da değil, felsefenin temelindeki mecaz. “Mimarlığın üretimi aynı zamanda felsefenin mekânının üretimidir.” Heidegger, sanat ve mimarlığın dışında felsefenin düşünülemeyeceğini söyler. Çünkü felsefi geleneğin peşinde olduğu hakikat sanatta ortaya çıkar. “Bu çerçevede, dekonstrüksiyon ve mimarlık arasındaki bir tercüme, basitçe, felsefi söylemin metinleri ile mimari söylemin metinleri arasında meydana gelmez. İki söylemi de işgal eder ve örgütler. Her birinde, felsefenin mimari bir tercümesi ile mimarlığın felsefi bir tercümesi sürüp gider.”
Felsefenin zemini
Felsefenin mimarlıktan ele geçirdiği terimler içinde en kritik olanı “zemin” (ground). Geleneksel felsefe öteden beri kendini bir yapı, bir inşa eylemi olarak kavrıyor. Dolayısıyla sağlam bir zemin üzerinde inşa edilen sağlam bir yapıya sahip olması gerekiyor. René Descartes kadar, Kant da buna inanıyor. Ona göre filozof, her şeyden önce bir mimar – sağlam bir zemine temellenen yapılar peşinde olan bir mimar.
“Zemin”, “yapı”, “inşaat” gibi terimler mimarlıktan felsefeye tercüme olunca, görünen maddi gerçekliklerindeki basitliği kaybediyor ve gayet karmaşık, dolambaçlı kavramlara dönüşüyorlar. “Zemin-temel-yapı-inşaat” gibi sağlamlığı belirleyen ögeler mimarlıktan kopuyorlar. “Mimarlık” onları gizleyen bir örtü, bir kabuk oluşturuyor. Bir eklenti, bir bezeme (ornament) oluşturuyor. “Zemin” rasyonalitenin, aklın mecazı; “bezeme” sanatın. Heidegger’de “zemin ilkesi” “akıl ilkesi.” Kant’ın estetiğine göre inşai, taşıyıcı ögeler tamamıyla işlevsel, rasyonel oldukları için sanatların kademelenmesinde en alt sıradalar. Bezeme ise işlevden, amaçtan özerk olması dolayısıyla en üst kademede bir sanat. Mimarlık kadar felsefe de bu sanata ait: “Felsefe geleneğine özgü otorite, onun bezemeye ilişkin… teorisinden kaynaklanır.” “Metafizik [felsefe], zemini araştırmaktan ziyade onu örter… Mimarlık da felsefeyi içeren bir örtüdür.”
Unbuilding
İşte unbuilding bu örtünün kaldırılmasıdır. Yukarda değinilen, geleneksel felsefeye ve metafiziğe özgü mimari felsefe teorisinin bozulmasıdır. Bu teori, mimarlığın felsefenin mecazı olduğunu ve felsefenin sağlam bir zemin (sağlam kavramlar ve önermeler) üzerinde kurulduğuna ilişkin bir örtü, bir bezeme oluşturduğunu savunuyordu. Yani yapı ayrı, mimarlık ayrıydı.
Dekonstrüksiyon bu teoriyi yerinden söküyor (displace); onu araştırıyor, inceliyor, sorguluyor ve dönüştürüyor. “Dekonstrüksiyon”, Heidegger’in destruktion ve abbau kavramlarından geliyor. Derrida’ya göre bu kavramların anlamı “yıkım değil, sistemin yapısal katmanlarını birbirinden ayıran bir yapı-söküm (destructuring).” Yapının gizlediklerinin açığa çıkarılması…
Derrida, Platon’dan Hegel’e Batı metafiziğini ‘inşa eden’ mimarlık mecazını reddederken kendi felsefesine özgü, karşı bir mimarlık kurmaktadır. Bu mimarlık, bir binanın inşa edilmesi hadisesi değil, yıkılması hadisesidir. Ve bu anlamda “dekonstrüksiyondan daha fazla mimari bir şey yoktur.”
“Dekonstrüksiyonu mimarlığa tercüme etmek, mimarlık nesnesini veya mimarlık teorisini şeklen yeniden düzenlemekten ibaret değildir.” Mimarlığın, felsefenin sağlamlığının mecazı olmasına ilişkin süregelen metafizik söylemin sakladıklarının (örttüklerinin) keşfedilmesidir.
Mimarlığın kurumsallığı ve dekonstrüktif politika
Derrida için mimarlığın dekonstrüksiyonu son derecede politik; materyalist ve tarihsel. Çünkü, başta üniversite olmak üzere, mimarlığın akılcı birikimini koruyan ve besleyen kurumlara karşıdır. “Bizzat bina fikrinin sorgulanması, kurumsal otoritenin sorgulanmasıyla bir. Dekonstrüksiyonun politikasını tanımlayan, mimarlığın yeniden düşünülmesidir.” Oysa kurumlar bunu engeller.
Kurumsallık akılcılığa (rasyonalizme) dayanıyor. “Kant bütün kurumların akılcılıkta temellendiğini savunuyor.” Üniversitenin söylemini de kuran akılcılık, geçerli olan mimarlığın da ilkesidir. Derrida bu akılcı kurumsal mimarlık söylemini “arkitektonik” olarak tanımlıyor. Esasında arkitektoniği belirleyen, mimarlığın felsefenin mecazı olduğuna ilişkin dogmadır. İşte dekonstrüksiyon bu arkitektoniğe “saldırır” ve “bizzat mimarlık fikrini riske sokar.” Dekonstrüktif söylem, mimarlığı bozarak bir mimarlık, felsefeyi sökerek bir felsefe yapar.
Unbuilding, mimarlığın yeniden kavramsallaştırılmasıyla sınırlı felsefi bir mesele değil. Antik Mısır uygarlığından beri, mimarlığın akıldan, işlevden değil de hayal gücünden kaynaklandığı deneyimler var. Özellikle Aydınlanma Çağı’na kadar etkin olan bu deneyimlerde, mimarlık son derece büyüsel, şiirsel, gizemli eserler yaratıyor. Zeminsiz, binasız, inşaatsız mekânlar hayal ediyor. Yapıların çevremizi, hayatımızı istila ettiği zamanımızda bu deneyimler yeniden uyanıyor. Unbuilding düşüncesini cisimleştiriyor.