SANAT KUŞATMA ALTINDA

29.09.2014 tarihinde Cumhuriyet gazetesi için Aslı Uluşahin ile yapılan görüşme.

Dünyada müzayedecilik büyük bir yükseliş içinde. Dev müzayede şirketleri,  sanattan servet kazanmakla kalmıyor, bütün piyasayı, fiyatları da belirliyor. Türkiye’de de aynı ivmeyi görmek mümkün. Ne ki, Türkiye bir yana, gelişmiş ülkelerde bile sanatı ve sanatçıyı koruyan önlemler alınabilmiş değil. Sanat tarihçisi Ali Artun’la bir araya geldiğimizde, sohbet başlıklarımızdan biri de müzayedelerdi. “Neo-liberal rejimin egemenliğiyle, piyasanın bütün sınırlamalardan arındırılmasının sanatın kamusallığını imha ettiğini” söyleyen Artun’un anlattıklarını, yine hiç araya girmeden aktarıyorum.

Galerilerin etkisizleştirilmesi

2010 yılında yapılan bir araştırmaya göre, dünyadaki sanat satışlarının toplamı 52 milyar dolar. Bunun yüzde 48’i müzayedeler tarafından yapılıyor, geri kalan yüzde 52’si diğer kişi ve kurumlar tarafından yapılıyor. Bu rakama baktığımızda müzayede satışlarının galeri satışlarının önüne geçtiğini anlıyoruz. Çünkü yüzde 52’nin içinde direkt sanatçıların, danışmanların yaptığı satışlar da var. Nitekim, 2012 rakamına göre, sadece 6 büyük müzayede evinin çağdaş sanat satışı 12 milyar dolar; oysa galerilerin çağdaş sanat satışı 10 milyar dolar. Yani şunu anlıyoruz, müzayedelerin satış rakamları, pazar üzerindeki egemenlikleri, galerileri geçmiş. Halbuki galeriler kurulduğunda, 19. yüzyıl sonunda, böyle değildi. Galeriler ve koleksiyonerler müzayedeler üzerinde etkindi. 

Beğeni denetimi

Şimdi müzayedelerin galerilere karşı rekabeti, sadece satış alanında değil; giderek galerilerin etkinliklerini de kendilerine de mal ediyorlar. Ne yapıyorlar? Müşterilerine özel, davetli sergiler açıyorlar. Ciddi galerileri satın alıyorlar. Fuarları katılma hakkı alıyorlar ve birinci el piyasaya giriyorlar. Müzayede şirketlerinin pazar üzerindeki egemenliğinde çok önemli bir başka faktör,  beğeniyi denetlemeleri. Yani “güzel”in ne olduğunu, estetiği ve giderek sanat tarihini denetliyorlar. Nasıl yapıyorlar bunu? Sotheby’s’in Londra’da ve New York’ta akademileri var ve buradan yüzlerce sanat yöneticisi çıkıyor ve dünyaya dağılıyor. Örneğin, ilginçtir,  fuar sırasında bizim kendi galerilerimizi Christie’s ve Sotheby’s rehberleri gezdiriyor; İstanbul’lu koleksiyonerlere bile! 

Müzayede kuşatması

Bugün en zengin çağdaş sanat koleksiyonu Katar Şeyhi’nin. Peki bu koleksiyonun başında kim var? Christie’s’in başkanı. Dolayısıyla bütün şebekeyi, talep odaklarını kontrol ettiğiniz zaman, siz fiyatların düşmemesini de sağlayabiliyorsunuz. Çünkü kendiniz satıyorsunuz, kendiniz alıyorsunuz. Fiyatlarda bir istikrar ve bir tırmanma sağlayabiliyorsunuz. Bir taraftan büyük şirketler ne yapıyor? Sanat bankacılığına el atıyor, emlak ve hisse senedi piyasasında olduğu gibi, sanata da kredi veriyor. Biliyorsunuz bizim fuarların ve dünyadaki fuarların çoğunun sponsoru özel bankacılık şirketleri. 

Müzayede evlerinin sanat piyasasını ele geçirmesi, Saatchi’nin 1998’de, 97 sanatçıya ait 130 eserini Christie’s’de müzayedeye çıkarmasıyla başlıyor. Büyük bir spekülasyon yapıyor, çok büyük para kazanıyor. Saatchi biliyorsunuz reklamcı, Thatcher’ın iletişimcisi. Eserlerini topladığı sanatçılardan birer şöhret yaratmanın hilelerini biliyor. Sonunda bu müzayededen Young British Art diye bir akım çıktı. Düşünün müzayedelerin ve spekülasyonun gücünü. 

Sanatın finansallaşması/kamusallığın imhası

Bu gelişmeleri incelediğimizde, küreselleşmeyle birlikte finansın üretim karşısındaki yükselişini görüyoruz. Neoliberal rejimlerde hayat kadar, sanat da finansallaşıyor. Yani para yönetimine eklemleniyor. Örneğin, Amerika’daki emekli fonları, eskiden senet alıyorlarmış, şimdi yatırım amacıyla sanat alıyorlar. Sanat yönetimi dediğimiz hadise, kısmen de bu işle, sanatın bir finansal araç olarak yönetimiyle uğraşıyor. Tabii bir alan finansallaşınca ister istemez spekülatif olur. İçinde olduğumuz dönemin enerjisi bu. 

Sanatın finansallaşmasıyla birlikte müzayedelerin egemenleşmesinin yarattığı sonuçlar oldukça acıklı. Çünkü artık birçok eser hiç sergilenmeden doğrudan müzayedeye çıkıyor veya o kasadan bu kasaya kapalı bir dolaşıma giriyor. Çok değerli bir takım eserler de, sigortalanamadığı içinde sergilenmiyor; mezattan çıkıyor kasaya kapanıyor. Bu durum bir anlamda sanatı, sanatla izleyici ilişkisini ortadan kaldırıyor. Sanatın kamusallığını imha ediyor. Parçalıyor. 

Sanat-piyasa çatışması

Peki ne yapılabilir bu konuda? Bir sanat eseri her el değiştirdiğinde sanatçıya bir telif ödenmesi gibi bazı uygulamalar var, örneğin Avrupa’da. Ama Amerika’da yok. Bunun piyasayı rahatsız edeceğini düşünüyorlar. Şimdi bu uygulama bizde de olmalı diye tartışılıyor. Ama bence bu tür ufak-tefek önlemler bir fayda getirmez. Piyasanın bütün hayatı fethetmesi, bütün sınırlarından, kısıtlarından kurtulması hareketi var gücüyle sürüyor. Avangard, piyasanın ve paranın sanata hükmetmesine direniyordu. Hatta denilebilir ki, estetiğini bir bakıma bunun üzerine kurmuştu. Ama Andy Warhol’dan itibaren çağdaş sanat piyasayı olumluyor.  Sanat eseri tabii ki satılacak, piyasada dolaşacak, ama bu piyasanın olumlanması anlamına gelmemeli. Eğer sanatçı, girişimcilikle sanatçılığı hala ayırt edebiliyorsa, o zaman piyasayla çatışmayı göze alabilmeli. Bu konuda avangarddan çıkarılacak dersler var.