İLK SANAT HAYIRSEVERİ: BANKER KASTELLİ

28.07.2017 tarihinde e-skop'ta yayınlanmıştır.

Bilindiği gibi, şirketlerin kültürü ve toplumsal hayatı özelleştirme girişimleri "hayırseverlik" (philantrophy) olarak da tanımlanıyor. Hayırseverlik, eğitim, sanat, sağlık, spor gibi alanlar kadar, toplumsal hayatın örgütlenmesini de kapsıyor. Örneğin toplumsal cinsiyetle, kadınlar ve çocuklarla ilgili konuları da kapsıyor. Zaten hayırseverlik girişimlerinin bir adı da "toplumsal sorumluluk" projeleri. Sanki toplum, kendi varlığıyla ilgili sorunları şirketlere devretmiş. Öyle ki, ABD seçmenlerinin %47'si toplumsal sorunların çözümünde şirketlerin öncelikli olduğunu kabul ediyor. Kendi iş başına getirdikleri siyasal yönetimi tercih edenlerin oranı ise %32.[1] Kamusal hayatı baştan aşağıya kuşatmaya başlayan bu 'diğerkâmlık', 'fedakârlık' ağı giderek öylesine gelişiyor ki, sanki şirketler hayır işlemese toplum iflas edecek. O nedenle neoliberalizmin inşasıyla başlayan zamanımız kapitalizminin tanımlarından biri de "filantrofik kapitalizm", "hayırseverlik kapitalizmi".

Türkiye'nin ilk namlı hayırseveri, Banker Kastelli. Kastelli'nin "sanata sahip çıkma" girişimini, 1970'ler ve '80'lerde, felsefe, estetik ve tiyatro alanlarındaki yayınlarıyla tanıdığımız Aziz Çalışlar'ın "Sanat Kimindir?" yazısından öğreniyoruz. Ama önce onun parayla yarattığı büyük mucizeyi bir hatırlamalıyız.

Bankerliğin Sihri ve Kastelli

24 Ocak 1980, Türkiye'de neoliberalizme geçişin miladıdır. O tarihte başbakan olan Süleyman Demirel'in müsteşarı Turgut Özal tarafından hazırlanan "24 Ocak Kararları", bir an önce, küreselleşmeye, monetarizme, finansallaşmaya, özelleştirmeye geçilmesini emreder ve bunun için de sermaye egemenliğinin sınırsızlaştırılmasını şart koşar. "24 Ocak Kararları"nın uygulamaya konduğu rejim, aydınların, üniversitelerin, sendikaların ve diğer demokratik örgütlerin şiddetle sindirildiği, çalışanların yoksullaştırılarak haklarının gasp edildiği 12 Eylül 1980 darbe rejimidir. Dönemin resmî kültür politikası "Türk-İslam sentezi"dir.

12 Eylül ertesinde "emir-komuta zinciri" içerisinde uygulamaya konan "serbest para politikası"nın ilk spektaküler ürünlerinden biri, bankerler. Kısa vadeli, yüksek faizli menkul değerler alıp satan bankerler, yılda %130'lara kadar çıkan faizler sayesinde öyle bir tutuyor ki sayıları birden 1000’e tırmanıyor. Özellikle Ankara'da, orta sınıf halk, elde avuçta ne varsa bu bankerlere yatırıp, aylık yüksek faiz kapmak için banker bürolarının önünde kuyruklara giriyor.

Banker furyasının kralı, Cevher Özden: Banker Kastelli. Önde gelen on bankayla işbirliği içinde yüksek faizli tahvil ve mevduat sertifikası alıp satıyor. Mevduat sertifikası, "kara parayı ak paraya çevirmek için" o zamanki bankacılık sisteminin "icat etmiş olduğu bir araç".[2] O dönemdeki 38 bankanın 31'i bankerler aracılığıyla mevduat sertifikası pazarlıyor. Bu ortamda Kastelli'nin gücü ve varlığı öylesine tırmanıyor ki, daha 1980 yılı sona ermeden, 550.000 kişinin ona emanet ettiği 2,5 milyar dolarlık bir meblağı kontrol ediyor.[3] Doğal olarak bu kitlesel dolandırıcılık sistemi bir yıl içinde, 1982'de batıyor. Özal'ın sağladığı kredilere rağmen çareyi kaçmakta bulan Cevher Özden de önce Cenevre'ye, oradan Tunus'a sığınıyor. İktisat yazarı Arslan Başer Kafaoğlu, Özden'in kaçtığı sırada İsviçre'de "en azından 5 milyon İsviçre Frangı parası" olması gerektiğini hesap ediyor.[4] Bu arada, "halkın kumar oynayıp kaybettiğini" ilan eden Maliye Bakanı Kaya Erdem ile, 1982'de "Yılın Adamı" seçilen, Euromoney dergisinin "Türk Mucizesi" dediği Başbakan Yardımcısı Turgut Özal görevlerinden istifa ediyor. Tunus'ta yakalanıp tutuklanan Cevher Özden ise bir süre cezaevinde kaldıktan sonra 37,5 yıl hapisle yargılandığı davasında suçsuz bulunuyor. 2008 yılında "işyerinde ağzına kurşun sıkarak intihar ediyor". Ağzı bozuk olmasıyla tanınan Banker Kastelli, işini o zamanların en 'seçkin' genelevini işleten Lüks Nermin'e benzetiyordu: "Ben aracıyım. Komisyon alıyorum. Zampara [yani bankalar] ile orospu [yani halk, tasarruf sahibi] birleşiyor. Ben parsayı topluyorum."[5]

 Cevher Özden - Banker Kastelli

 Cevher Özden - Banker Kastelli

Kastelli Efsanesi ve Hayırseverlik

Kastelli onca okumuş insanı göz göre göre kandırmayı, o zamana kadar görülmemiş bir iletişim makinesini harekete geçirerek başarıyor. Bunun bir kolu reklam, diğer kolu hayırseverlik. Bir kere medyayı fethediyor. Arslan Başer Kafaoğlu'na göre Kastelli'nin "ilkesi 'reklam, reklam, gene reklam'dı... O reklama tapardı".[6] Cenevre'ye kaçarken bile, Cüneyt Arkın, Fikret Hakan gibi ünlü aktörlerden oluşan koro, televizyon reklamlarında sabah-akşam "ustam sen ne kurnazsın" şarkısını söylüyordu. Boy boy reklamlarıyla gazeteleri neredeyse satın almıştı. Her gün basında boy gösteriyor, bir saygınlık ve güvenilirlik kisvesine bürünüyordu. Zaten Genel Koordinatörü, önceden Devlet Planlama Teşkilatı Finansman Dairesi Şefi olarak görev yapmış olan saygın bir bürokrattı: Yılmaz Karakoyunlu. Ciddi iktisat dergileri yayınlıyor, iktisat fakültelerine kürsü kurması isteniyor, fahri doktora unvanları alıyordu. Askerî ve sivil vakıflara büyük bağışlar yapıyor, düzenledikleri törenlere şeref konuğu olarak katılıyordu. Kalburüstü herkes Kastelli'yle görünmeye can atıyordu. Meclis Başkanı Ord. Prof. Dr. Sadi Irmak bile 001 plakalı resmî arabasıyla "eski dostunu" ziyarete geliyordu.

Kastelli, hayırseverliğin insanları yönlendirmede ne kadar etkin olabileceğinin farkına varmıştı. Kastelli Şirketleri "toplumsal sorumluluğunu" şöyle tanımlıyordu: "toplumu kendi içinde kaynaşmış ve geleceğe yönelik hedeflerde ulusal bilinç etrafında birleşmiş olmak".[7] Kastelli kendisini bir insansever, bir sporsever ve sanatsever olarak tanıtmaya büyük çaba gösterdi. Sürekli hayır kurumlarına, fakir-fukaraya bağışlar yapardı. Sağlık felaketine uğrayanları himayesine alırdı. O, şifa bekleyenler kadar "sporculara ve sanatçılara da kanat açmış bir iyilik perisiydi... Fenerbahçe'ye Cevher de serveti de feda olsun" diyordu.[8]

 Cevher Özden'in nezdinde sanatın yeri ayrıydı. Çünkü, kendi sözleriyle "duygusal bir adamdı" ve "şiir bile yazardı". "Kastelli'nin sanata olan yakınlığının, sanatın kendi yaşamına etkisi ve yol göstericiliğinin aslında Gorki'den kaynaklandığını öğreniyoruz: “ 'Dedim ya,' diyor Kastelli, 'Gorki'nin Ekmeğimi Kazanırken eserinin çok tesiri altında kalmışımdır. Çok hareketli oluşum, geçinmek için ekmek parasının peşinde koşmam, kazandıkça kazanma hırsımı kamçıladı’."[9] Cevher Özden, Kastelli Kültür Sanat Vakfı'nı kurarak, sanatı bütün hayırseverlik etkinliklerinin üstüne koyuyordu. Amaç, "sanatın her dalında uğraş veren Türk sanatçısına yeni olanaklar sağlanmasıydı". Vakfın görevleri şöyle sıralanıyordu: "çocuk tiyatrosu; plastik sanat sergileri; tiyatro-bale okulu; uluslararası festivallerin düzenlenmesi; ödüller dağıtımı; burs verme; amatör topluluklara maddi-manevi destek olma; özel tiyatrolara parasal yardımda bulunma."[10] Aziz Çalışlar 1980'lerin başında yayınladığı "Sanat Kimindir?" yazısına şöyle başlıyor : "Ülkemizde sanatsal yaşamın bugünkü gelişmesi içinde yeni bir olguyla karşılaşıyoruz: Kastelli Kültür Sanat Vakfı'nın kurulmasıyla birlikte artık bankerliğin de sanat yaşamı içinde yer alması."[11] Gerçekten de, Kastelli'nin vakfını bir bir açılan banka galerileri izledi. Arkadan, 1990'larda, kültürü ve sanatı şirketlerin himayesinde yönetmeye girişen büyük işletmeler geldi: Özel vakıf üniversiteleri, vakıf müzeleri, vakıf festivalleri...

 Gülsün Karamustafa, Banker Kastelli, Ne Yaptın Bize, 1981.

Hayırseverlerin Dünyası

Günümüzde hayırseverlik de artık küresel bir hadise. O zaman, haliyle, dünyanın en zengin adamı Bill Gates aynı zamanda dünyanın en büyük hayırseveri de oluyor. Eşiyle birlikte kurdukları Bill ve Melinda Gates Vakfı (BMGF), özellikle Afrika'da süregelen yoksulluk ve açlığın giderilmesiyle uğraşıyor, özellikle tarımın geliştirilmesine odaklanıyor, yeni iş alanları açıyor, eğitim programları geliştiriyor, salgın hastalıklarla mücadele ediyor, doğayı koruyor... Yani bir anlamda Birleşmiş Milletleri hayırsever şirketlere mal ediyor. Oysa, biri Britanya Parlamentosu olmak üzere, değişik kurumlar tarafından BMGF hakkında sürdürülen soruşturmalar, Vakfın hayırsever amaçlarını hiç de doğrulamıyor. Örneğin, Küresel Adalet Şimdi grubunun hazırladığı rapor, Gates'in başlattığı "Yeşil Devrim"in doğal tohumlar yerine, genetik olarak geliştirilmiş patentli tohum kullanılmasını teşvik ederek beslenmenin bedelini giderek artırdığını ortaya koyuyor. Öyle ki, Hint yazar Vandana Shiva, Gates Vakfı'nın "gelişen dünyada tarıma en büyük tehdit olduğunu" belirtiyor.[12] Rapor, sağlık alanında da, Vakfın uluslararası ilaç tekelleriyle işbirliği yaparak daha pahalı olan aşıları yaydığını kanıtlıyor. Vakıf ayrıca sağlık alanında, eğitimde ve diğer alanlarda, geleneksel ve toplumsal hizmetleri parçalayarak, bu alanları şirketleştiriyor. Ve bu şirketleri dijitalleşmeye ve Microsoft'a mecbur ediyor. Patent uygulamasını her alana yayarak, yerel buluşların ve ucuz çözümlerin önüne geçiyor. Küresel bir fikrî mülkiyet (intellectual property) imparatorluğu örgütlüyor. Küresel Adalet örgütü sonunda, "her istediğinde dünya liderlerine erişebilen, zaten yüzlerce üniversiteyi, uluslararası örgütü, sivil toplum örgütünü ve medya organını finanse eden Bill Gates'in, uluslarası kalkınmada en etkili tek ses olduğunu" belirtiyor.

 Bill Gates

Küresel hayırseverliğin diğer güçlü ismi George Soros. Dünyanın en büyük para spekülatörü. Soros, Bill Gates'ten daha cüretkâr; jeopolitikle ilgileniyor. Ne kadar hayırsever olduğunu anlatan bir biyografisi var: Daha İyi Bir Dünyayı Satın Almak: George Soros ve Milyarlık Hayırseverlik. Bu kitap, neoliberal açık toplumlara dönüştürülmek üzere 1990'larda "etnik temizlik" savaşlarına sürüklenen Balkanlar'ın parçalanmasında Soros'un ne kadar payı olduğunu anlatıyor. Soros bu işlerde etkin bir iletişim gücü olarak sanatı da devreye sokuyor. Balkanlar'da birçok Soros Çağdaş Sanat Merkezi kuruyor.[13] İstanbul'daki Depo ve Salt gibi birçoklarını da fonluyor.

 George Soros

1989-91 yıllarında ABD'nin Türkiye büyükelçiliğini de yürüten Amerikan istihbaratının yöneticilerinden Morton Abromowitz, gururla, Soros'un, "kendi dış politikasına sahip olan yegâne yurttaş" olduğunu söylemiştir. Yani o, dünya kadar insanın sonuna kadar yoksullaştırılmasıyla kazandığı inanılmaz servetiyle istediği dünyayı satın alabilir, bu uğurda kan dökebilir. Nihayet amacı hayır işlemektir! Nitekim, Barış Akademisyenlerinin "oluk oluk kanlarını akıtacaklarını ve akan kanlarla duş alacaklarını" açıklayan Sedat Peker'in, Milliyet gazetesi tarafından "yılın en hayırsever işadamı" seçilmesi boşuna değildir.


[1] Karl Zinsmeister, "12 Common Criticisms of Philantrophy", Stanford Social Innovation Review, 17 Mayıs 2016.
[2] Arslan Başer Kafaoğlu, Bankerler ve Kastelli Olayı (İstanbul: Alan Yayıncılık, 1982) s. 51.
[3] Wikipedia.
[4] Aslan Başer Kafaoğlu, a.g.e., s. 138.
[5] Aziz Çalışlar, Günümüzde Sanatsal Kültür ve Estetik (İstanbul: Cem Yayınevi, 1983) s. 38.
[6] Aslan Başer Kafaoğlu, s. 128.
[7] Aziz Çalışlar, s. 32.
[8] Aslan Başer Kafaoğlu, s. 127, 128.
[9] Aziz Çalışlar, s. 37, 38.
[10] A.g.e., s. 33, 35.
[11] A.g.e., s. 29.
[12] David Connett, "Gates Foundation accused of 'dangerously skewing' aid priorities by promoting 'corporate globalisation', News-World-World Politics, 19 Şubat 2016.
[13] Octavian Esanu, "Çağdaş Sanat Aslında Neydi? Neoliberal Dönemde Çağdaş Sanatın Örgütlenmesi ve Soros Çağdaş Sanat Merkezleri", Çağdaş Sanat Nedir?Modernlik Sonrasında Sanat içinde, (İstanbul: İletişim/SanatHayat, 2013) s. 95-126. Metin ayrıca bölümler halinde e-skop’ta da yayınlanmıştır: Neoliberal Dönemde Çağdaş Sanatın Örgütlenmesi