HANS BELTİNG VE SANAT TARİHİNİN SONU
2.12.2020 tarihinde e-skop’ta yayınlanmıştır.Marcel Broodthaers, La Salle blanche (Beyaz Oda), 1975. Centre Pompidou, Paris.
1980’lerde, düşünce dünyasını postmodernliğin kuşatmasıyla beraber ve özellikle Berlin Duvarı’nın çökmesinden sonra, ortalığı bir ‘son’lar edebiyatı sardı. “Tarihin sonu”, “ideolojinin sonu”, “eleştirinin sonu”, ulusun, toplumun (ve tabii beraberinde sosyolojinin) sonu, hatta insanın sonu, ütopyaların sonu, sekülarizmin sonu… İddiaya göre, eğer Rönesans’la başlayan modernlik sona eriyorsa, o zaman modernliğin inşa ettiği her kurum ve kavram da ömrünü dolduruyor olmalıydı. Tabii sanat da bu furyadan nasibini aldı. Doğal olarak arkasından da sanat tarihi.
“Sanatın sonu”yla ilgili beyanlar yeni değil. Daha 1. yüzyılda, kumandan/filozof/tarihçi Plinius, büyük Yunan heykeltıraşı Lysippos’un ölümünden sonra sanatın sona erdiğini öne sürüyor. Sanat tarihinin babası Vasari için de Michelangelo’nun ölümü sanatın sonuydu. Yakın zamanların en etkili ölüm senaryosu Hegel’e ait. Hegel, romantiklerle birlikte sanatın felsefeye evrilerek tükendiğini savunur. Heidegger de kendi hakikatini arayan sanatın felsefeleştiğini düşünür. Roland Barthes 1967’de “Müellifin Ölümü”nü yayınlar. Onu Foucault izler: “Müellif Nedir?” Arkadan Adorno, Arnold Hauser, Michael Löwy… Virilio ve Donald Kuspit ise sanatın avangardın ortaya çıkışıyla sona erdiğini öne sürerler. Vattimo Modernliğin Sonu’nu sanatın sonu üzerinden açıklar. Fredric Jameson ise şunu sorar: “Sanatın sonu mu? Sanat tarihinin sonu mu?”[1]
Böylece “sanatın sonu”na ilişkin öteden beri tekrarlanıp duran açıklamalara, çağdaş zamanlarda bir de “sanat tarihinin sonu”na ilişkin söylem eklendi. Bu söylemin en keskin sözcüsü, Amerikalı estetik filozofu Arthur Danto. Ona göre sona eren sanat değil, “aslında belli bir anlatıdır… Anlatı sona erdi. Bu da özgürleştirici bir fikir… Gerçekten her şeyin sanat olabileceği anlamına geliyor… Artık hiçbir şey tarihsel olarak şart koşulmadığından, her şeye izin var.”[2] Aslında, sanat tarihine ilişkin sorgulamalar, Derrida, Foucault, Lyotard gibi “postyapısalcı” 1968 filozoflarının genel anlamda modernliğin tarihsel anlatı epistemolojisini (ve giderek baştan aşağı Batı’nın bilgi rejimini) parçalamasından sonra canlandı. Bunlar arasında, Donald Preziosi’nin 1989 yılında yayınladığı Sanat Tarihini Yeniden Düşünmek ve 1998’de çıkan Sanat Tarihi Sanatı başlıklı eleştirel antolojisi gayet etkili olmuştur.[3] Hans Belting’in Sanat Tarihinin Sonu kitabı bu konudaki ilk yayınlardan biri sayılır. İlkin 1983 yılında yayınlanıyor. Sonra aynı başlıkla 1995’te yepyeni bir versiyonu çıkıyor. Bunu baştakinden ayırmak için İngilizce baskısına “Modernizmden Sonra Sanat Tarihi” alt-başlığını ekliyorlar. Kitap büyük ses getiriyor, hemen birçok başka dile çevriliyor ve çağdaş sanat tarihi öğretiminin temel kaynağı haline geliyor.
Belting’de “sanatın sonu” ifadesinin Danto’da olduğu kadar kesin bir anlamı yok. Şöyle açıklıyor:
Kitabımın (kitaplarımın) başlığındaki, sürekli eleştirilen ya da yanlış anlaşılan ‘son’ kavramı yalnızca şu anlama gelir: Disiplinin içeriğinin ve yöntemlerinin uzun bir süre eşit tutuldukları katı kanon bugün ‘sona ermiştir’ ya da ‘sona erecektir’, çünkü sanat olayındaki dinamiği çoktan kaçırmıştır. Bir ve biricik sanat tarihi… bugün birbiriyle savaşan çok farklı çeşitlere ayrılıyor.[4]
Belting’e göre,
Batı kültürü artık tüm dünya için seçkin bir model oluşturmuyor… Sanat dünyasında coğrafi açıdan bir değişim gerçekleşiyor ve bu değişim Batı’nın kendi kavrayışını da etkiliyor. Bunun sonucunda, yalnızca Batı’da şekillenmiş bir sanat tarihinin Avrupa-merkezli tekeli de bundan etkileniyor… Alternatifler kendi kültürümüzde tükenmiş olabilir, ama onları şimdiye kadar aramadığımız başka bir yerde mevcutlar.[5]
Bu düşüncelerde, kitapta belirtilmese de, o yıllarda yükselen, Avrupa-merkezciliğin köklü bir eleştirisini geliştiren ve yekpare bir modernlik ve estetik modernizm anlatısı yerine Batı-dışı merkezlere özgü çoğul modernlikler ve modernizmler öneren “post-kolonyal teori”nin izleri ortada.
Belting’in kitabı tam anlamıyla bir “sanat tarihleri tarihi”dir. Onun metninde “sanat tarihi fikri, şimdiye kadar anladığımız her şeyi gösteren tarihsel bir çerçeve” oluşturur.[6] Belting bu “çerçeve”de Vasari’den başlayarak, modernlik dönemi sanat tarihi külliyatının köşe taşlarının bir panoramasını çıkarır: Winckelmann, Quatremere, Hegel, Wölfflin, Riegl, Aby Warburg, Panofsky, Focillon, Julius Meier-Graefe, Gombrich, Umberto Eco, Louis Steinberg, Pontus Hulten… Tarihçiler bir yana, sanat tarihini sorunsallaştıran sanatçıları da tarar Belting: Tarbukin, Duchamp, Alan Kaprow, Richard Hamilton, John Baldessari, Andy Warhol… Nihayetinde sanata da, sanat tarihine de, onun tapınağı olan müzeye de son vermek isteyenler başta sanatçılardır. Cézanne, Maleviç, Picasso, sitüasyonistler hep müzeleri yakıp yıkma peşindedirler. Ama bir yandan da, piyasaya olduğu gibi, bir bakıma piyasanın kanonunu kuran müzeye de muhtaçtırlar. 20. yüzyıl sanatı bir bakıma bu çıkmazın sanatıdır. Marcel Broodthaers’in, Modern Sanat Müzesi Kartallar Departmanı adını verdiği, gerçek ile kurmaca arasında salınan yerleştirmesi tam da bunu ifade eder: Edebiyattan sanata dönen sanatçı, ilk sergisinin davetiyesinde, “Ürettiklerimi satamayıp hayatta başarılı olamamaktan endişe duyuyordum,” diyordu, “nihayet sahte bir şey icat etme fikri geldi aklıma ve hemen işe koyuldum.”[7]
Broodthaers birtakım nakliye sandıklarından ve sanat kartpostallarından oluşan müzesini ilkin 1969’da evinde açtı. Arkasından, her defasında yeni bölümler ekleyerek, çeşitli galerilerde, müzelerde, sanat fuarlarında sergiledi. Müzenin “Belgesel Bölümü” ise, gel-gitle yükselen suların altında yok olacak kumdan bir kaleydi. Nihayet, 1971 Köln Sanat Fuarı’nda “Mali Bölümü” açtı ve “Modern Sanat Müzesi’nin iflas nedeniyle satışa çıkarıldığını” ilan etti. Aynı zamanda, müzeye fon toplamak için, üzerine bir kartal motifi bastığı sınırsız sayıda sahte külçe altını satışa sunmayı önerdi. Her külçenin fiyatı altın olarak taşıdığı piyasa değerinin iki katı olacaktı; bu ek ücret, külçenin sanat eseri olarak taşıdığı değeri temsil ediyordu. Müze sanat tarihinin, altın külçeleri de sanatın parodisine dönüşmüştü.[8]
Belting, “sanatın her gün yeniden icat edildiği” bir çağda, Sanat Tarihi’nin ve sanatın icraatının tarihinin arkeolojisini yaparak, aslında birtakım “sonlar” aramıyor; aksine “başlangıçlar” keşfediyor.
[1] Bkz: Ali Artun, “Arthur Danto’nun Ölümü, Andy Warhol ve Sanatın Sonu”.
[2] Arthur Danto, After the Brillo Box-The Visual Arts in Post-Historical Perspective (New York: FSG, 1992) s. 10.
[3] Donald Preziosi, Rethinking Art History: Meditations on a Coy Science (New Haven ve Londra, Yale University Press,), 1989.
The Art of Art History: A Critical Anthology (Oxford & New York, Oxford University Press, 1998).
[4] Hans Belting, Sanat Tarihinin Sonu – Modernizmden Sonra Sanat Tarihi (İstanbul: İletişim/SanatHayat, 2020) s. 314.
[7] Davetiye: “Moi aussi je me suis demandé si je ne pouvais pas vendre quelque chose” (Brüksel: Galerie Saint-Laurent, Nisan 10-25 1964).
[8] Bkz: Kristen Erickson, Marcel Broodthaers: Modern Sanat Müzesi Kartallar Departmanı